Kamp yapmaya çok önceden karar vermiştik. Alternatifleri
konuşurken birden Sertaç etkinlik
sayfamızda "Sülüklü Göl Kamp Etkinliği"ni açıverdi. Neler götüreceğiz, neler
yiyeceğiz, nasıl gideceğiz hızlıca konuştuk, karara bağladık. İş bölümümüz harika.
Kamp ekibinde Murat, Özlem, Arya, Ayşe, Sinan, Sertaç, Gaye ve ben
varız. Yelda grip olduğundan gelemeyeceğini söyledi. Gaye’nin ilk kamp deneyimi.
O yüzden çok heyecanlı.
Volkan da iş yerinde
son anda çıkan taşınma nedeniyle gelemeyeceğini söyledi.Biraz canımız sıkıldı
tabi. Her eksik canımızı sıkar. Cumartesi sabahı Özlem'in evinin önünde
buluştuk. Arabalara yerleşmeye çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü gerçekten çaba ve
organizasyon gerektiren bir konu. Bir sürü eşya iki araba....
Murat rotayı önceden hazırlamıştı. Otoban'dan Abant'a, milli
parkın içinden de Dokurcun yönüne gidecektik. Yola çıktık, tabi kimse kahvaltı
etmemiş. Otoyolda istemeye istemeye Kocalar dinlenme tesislerinde mola verdik.Yemeklerini
pek beğenmiyoruz ama otoyolda bu mesafede başka alternatif yok maalesef. Bazen
sırf daha iyi yemek yiyebilmek için eski yoldan gitsek mi diye düşünüyoruz.
Neyse çayımızı ve kaşarlı tostlarımızı yedikten sonra yola
düştük. Hava şansımıza güzel. Abant kavşağında oto yoldan çıkıp Abant gölü
yoluna girdik.Yapılaşma hızla devam ediyor. Gün geçtikçe her yer
betonlaşıyor....Eksik kalan alış verişimizi de yol üstünden tamamladık.Her zaman olduğu gibi
yine kararsızlık ve 6 tane patatesli köy ekmeği :) Hiç doymayacakmışız gibi geliyor.
Abant gölünün girişinde Dokurcun'a gittiğimizi söyledik ve
ücret ödemedik. Sonra güzel bir sapaktan asıl yolumuza başladık. Rotamız
Taşkesti, Karamurat, Tavşansuyu üzerinden Sülüklü Göl. Güzel ağaçlardan,yaylalardan, sevimli köylerden geçtik.
Murat'ın telefonundaki navigasyonun doğru çalışıp çalışmadığının tartışmaları, bir kaç kişiye yol sorma ama hiç bir şey anlamama ile geçti güzel
yolculuğumuz. Görülesi bir yol. Karamurat köyüne yakın harika bir gölün
kıyısından da geçiyor.
Tavşansuyu Köyünden
Sülüklü Göl yoluna döndük. Daha önce gittiğimde (2012) bu yol oldukça kötü
idi.Hatta araba ile çıkamamış, 3 km civarında yürümüştük. Ancak bu kez bir
alabalık çiftliğine kadar toprak yola çakıl atılmıştı. Sonrası yine kötü. 9 km lik yolu çıkmamız en az 30 dakika sürdü sanırım.
Göl girişi ücretli, 10 TL. Tam girişe de tuvalet yapmışlar. Kapıdaki görevliye ayı olup olmadığını sordum. Cevap
"Var ama kimseye saldırmadılar" :)
Az ilerleyince göl görünmeye başladı. Şimdiden harika görünüyordu. Arabaları
park ettik. Çadır kuracağımız yerleri aramaya başladık. Girişe yakın bir-iki yer kapılmıştı; çeşmeye, tuvalete yakın ağaçlar altında. Göl çevresinde yürümeye devam ettik. Harika
manzara eşliğinde. Turkuaz rengi göl ağaçlarla çevrilmiş ve pırıl pırıl.
Karşı kıyıda Sinan güzel bir kamp alanı buldu. Hafifçe
yukarıda, ağaçların altında, göl manzaralı. Çeşme yakınında. Daha ne olsun :) Hemen karşımızda İstanbul'dan bir grup. Onlar da
kamp kurmuşlar. Sertaç ve Sinan arabaları kamp alanımızın yakınına kadar
getirdiler. Eşyalarımızı indirdik. Hemen sandalyeleri kurup soğuk bira ile manzaranın keyfini çıkardık. Daha sonra çadır kurma işine giriştik. Genç
KHBAG'lı Arya'nın pembe çadırı enerji verdi bize...Grubumuzun neşe kaynağı.
Açılması kolay ama katlaması zor çadır kullanan ben; yeni ve normal (!) çadırımın nasıl kurulacağını bilmediğim için yardım aldım. Meğer ne kadar kolaymış.
Çadırların kurulması yatakların şişmesi bitince göl
kıyısında dolaşmaya, fotoğraf çekmeye ve odun toplamaya başladık. Murat, bu yükseklikteki bu gölün bir
deprem sonucu oluştuğunu, içindeki ağaçların 300 yıldır bu şekilde durduğunu, eskiden gölde
gerçekten sülüklerin olduğunu ancak göle bırakılan balıkların sülükleri
bitirdiklerini anlattı.
Yürüdükçe hayranlığımız daha çok arttı. Benim bu güne kadar
gördüğüm en temiz göl. İçinde çeşitli göl bitkileri ve yosunlar var ama tertemiz
görünüyor. Turkuaz su ve içinde yüzlerce minik balık. Büyük balıklar da var
herhalde. Çünkü çok sayıda olta atılmış.
Kurbağaları ve kaplumbağaları da unutmayayım.
Göl doğal olarak temiz ama maalesef insan atıkları da yok
değil. Bira şişeleri, poşetler, pet şişeler, tüfek fişekleri... Kamp alanımıza göre karşı kıyıya kadar yürüdük. Çoğumuz
mayosunu getirdi. Su o kadar cazip ki girmemek için kendimizi zor
tutuyoruz. Temmuz veya Ağustos'ta gelsek kimse tutamazdı bizi.
Turumuza devam edip bir taraftan da akşam ateşi için kütük
falan bakıyoruz. Odun yetmez sabaha kadar yanmaya. Kozalak, dal, odun parçaları
ve bir de kütük bulduk. Kamp alanımıza kadar taşıdık. Gittikçe ağırlaştı doğal olarak :) Ateş yakıp biraz daha keyiften sonra yemek vakti geldi. Mangalımızı yaktık, ızgaramızı yaptık rakımızı keyifle bitirdik.
Mangalların Efendisi =D |
Ateş başında sohbete devam ettik. Saat 23:00 olmuş farkında
değiliz...
Uyku vakti çadırlarımıza çekildik.Yandaki gruptan hafif
müzik, konuşma sesleri geliyor. Ama rahatsız edici değil. Hatta ıssız ve ayı
korkusu olan bir yerde bana güven verici gibi bile geldi.
Keyifle uykuya daldık... Sonra birden bir patlama sesi ile
sıçrayarak uyandım. Ne olduğunu anlayamadım önce. Sonra tüfek sesi olduğunu tahmin
ettim. Göl kapalı çanak gibi bir alanda olduğundan sessizlikte tüfek sesi
bomba sesi gibi geliyor insana. Nedenini anlayamadık ama aralıklarla sabaha
kadar ateş ettiler. Oysa her yerde tabela dolu. “Avlanmak Yasaktır.”
Çoğumuz uyuyamadı.Yani gecemiz oldukça kötü geçti. Murat çıkarken kapıda görevli ile konuştu. Bin
türlü mazeret. Yok jandarmaya haber vermiş de jandarma gelmemiş v.s. Milli Parklar Genel Müdürlüğü özel işletmeye
vermiş Sülüklü Göl'ü. Sonra... Sonrası yok. Doğa harikası her şeyiyle bir işletmecinin insafına bırakılmış. Avlanmak
yasak olan yerde yüzlerce olta, sabaha kadar tüfek atışları..
10:00 civarı hepimiz uyandık. Kozalakla yaktığımız semaverimizde ve Hamuki'den ödünç aldığımız ocakta çayımızı demledik. Güzel bir kahvaltı
sonrası biraz keyif yaptıktan sonra çadırlarımızı toplamaya başladık. Acele
etmemizin nedeni dönüşte farklı yoldan gitmek; Göynük, Mudurnu, Nallıhan, Beypazarı üzerinden dönmek.
Çadırları topladıktan ve bütün eşyaları arabalara yükledikten
sonra göl kenarında son kalan soğuk biralarımızı içtik. Araba için alınan buzlukları çok beğendik. Ertesi gün 13:00 civarında hala buz gibi bira içebildik.
Sonra güzergah üzerindeki tartışmalarımız sonucu Murat'ın
tavsiyesi ile sadece Göynük'e uğramaya, vakit kalırsa da Mudurnu'ya uğramaya, yemeğimizi
burada yemeğe karar verdik.
Yine çok güzel yollardan geçerek Göynük'e ulaştık. Şöyle kısa
bir mola ve fotoğraf çekiminden sonra Fatih Sultan Mehmet'in Hocası Ak Şemsettin Türbesi'nin yakınında çay
bahçesinde ev yapımı limonatalarımızı yudumladık. Bir de Göynük'e özgü olan
"Uhud" tatlısını denedik. Ancak pek beğenen olamadı doğrusu. Çünkü tatlı gibi değil, daha çok marmelat pekmez gibi bir şey idi.
Göynük'ten yolumuzu hafifçe uzatarak Mudurnu'ya geçtik. Orada
benim bildiğim bir esnaf lokantasına götürdüm herkesi. Oldukça lezzetli ev
yemeklerinin olduğu temiz ve ucuz bir yer. Karnımızı güzelce doyurduktan sonra hafif bir Mudurnu turu
yaptık. Grup olarak Mudurnu'yu daha çok beğendik. Hala Anadolu kasabası halini
koruyor gibi. Göynük ise turistik olmuş.
Dönüş yoluna koyulduk. Yine Murat'ın rehberliğinde Bolu
üzerinden otoyola geçip Ankaramıza doğru yola çıktık. Saat 21:00 civarı evimizde idik. Tatlı yorgunluk ve güzel anılar ile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder