30 Eylül 2014 Salı

Güzel Bir Kamp Seçeneği : Sülüklü Göl


Kamp yapmaya çok önceden karar vermiştik. Alternatifleri konuşurken birden Sertaç etkinlik sayfamızda "Sülüklü Göl Kamp Etkinliği"ni açıverdi. Neler götüreceğiz, neler yiyeceğiz, nasıl gideceğiz hızlıca konuştuk, karara bağladık. İş bölümümüz harika.

Kamp ekibinde Murat, Özlem, Arya, Ayşe, Sinan, Sertaç, Gaye ve ben varız. Yelda grip olduğundan gelemeyeceğini söyledi. Gaye’nin ilk kamp deneyimi. O yüzden çok heyecanlı.

Volkan da  iş yerinde son anda çıkan taşınma nedeniyle gelemeyeceğini söyledi.Biraz canımız sıkıldı tabi. Her eksik canımızı sıkar. Cumartesi sabahı Özlem'in evinin önünde buluştuk. Arabalara yerleşmeye çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü gerçekten çaba ve organizasyon gerektiren bir konu. Bir sürü eşya iki araba....
Murat rotayı önceden hazırlamıştı. Otoban'dan Abant'a, milli parkın içinden de Dokurcun yönüne gidecektik. Yola çıktık, tabi kimse kahvaltı etmemiş. Otoyolda istemeye istemeye Kocalar dinlenme tesislerinde mola verdik.Yemeklerini pek beğenmiyoruz ama otoyolda bu mesafede başka alternatif yok maalesef. Bazen sırf daha iyi yemek yiyebilmek için eski yoldan gitsek mi diye düşünüyoruz.

Neyse çayımızı ve kaşarlı tostlarımızı yedikten sonra yola düştük. Hava şansımıza güzel. Abant kavşağında oto yoldan çıkıp Abant gölü yoluna girdik.Yapılaşma hızla devam ediyor. Gün geçtikçe her yer betonlaşıyor....Eksik kalan alış verişimizi de  yol üstünden tamamladık.Her zaman olduğu gibi yine kararsızlık ve 6 tane patatesli köy ekmeği :)   Hiç doymayacakmışız gibi geliyor.

Abant gölünün girişinde Dokurcun'a gittiğimizi söyledik ve ücret ödemedik. Sonra güzel bir sapaktan asıl yolumuza başladık. Rotamız Taşkesti, Karamurat, Tavşansuyu üzerinden Sülüklü Göl. Güzel ağaçlardan,yaylalardan, sevimli köylerden geçtik. Murat'ın telefonundaki navigasyonun doğru çalışıp çalışmadığının  tartışmaları, bir kaç kişiye yol sorma ama hiç bir şey anlamama ile geçti güzel yolculuğumuz. Görülesi bir yol. Karamurat köyüne yakın harika bir gölün kıyısından da geçiyor.

Tavşansuyu  Köyünden Sülüklü Göl yoluna döndük. Daha önce gittiğimde (2012) bu yol oldukça kötü idi.Hatta araba ile çıkamamış, 3 km civarında yürümüştük. Ancak bu kez bir alabalık çiftliğine kadar toprak yola çakıl atılmıştı. Sonrası yine kötü. 9 km lik yolu çıkmamız en az 30 dakika sürdü sanırım.

Göl girişi ücretli, 10 TL. Tam girişe de tuvalet yapmışlar. Kapıdaki görevliye ayı olup olmadığını sordum. Cevap "Var ama kimseye saldırmadılar" :)  Az ilerleyince göl görünmeye başladı. Şimdiden harika görünüyordu. Arabaları park ettik. Çadır kuracağımız yerleri aramaya başladık. Girişe yakın bir-iki yer kapılmıştı; çeşmeye, tuvalete yakın ağaçlar altında. Göl çevresinde yürümeye devam ettik. Harika manzara eşliğinde. Turkuaz rengi göl ağaçlarla çevrilmiş ve pırıl pırıl.

Karşı kıyıda Sinan güzel bir kamp alanı buldu. Hafifçe yukarıda, ağaçların altında, göl manzaralı. Çeşme yakınında. Daha ne olsun :)  Hemen karşımızda İstanbul'dan bir grup. Onlar da kamp kurmuşlar. Sertaç ve Sinan arabaları kamp alanımızın yakınına kadar getirdiler. Eşyalarımızı indirdik. Hemen sandalyeleri kurup soğuk  bira ile  manzaranın keyfini çıkardık.  Daha sonra çadır kurma işine giriştik. Genç KHBAG'lı Arya'nın pembe çadırı enerji verdi bize...Grubumuzun neşe kaynağı.

Açılması kolay ama katlaması zor çadır kullanan ben; yeni ve normal (!)  çadırımın nasıl kurulacağını bilmediğim için yardım aldım. Meğer ne kadar kolaymış.   


Çadırların kurulması yatakların şişmesi bitince göl kıyısında dolaşmaya, fotoğraf çekmeye ve odun toplamaya başladık. Murat, bu yükseklikteki bu gölün bir deprem sonucu oluştuğunu, içindeki ağaçların  300 yıldır bu şekilde durduğunu, eskiden gölde gerçekten sülüklerin olduğunu ancak göle bırakılan balıkların sülükleri bitirdiklerini anlattı.


Yürüdükçe hayranlığımız daha çok arttı. Benim bu güne kadar gördüğüm en temiz göl. İçinde çeşitli göl bitkileri ve yosunlar var ama tertemiz görünüyor. Turkuaz su ve içinde yüzlerce minik balık. Büyük balıklar da var herhalde. Çünkü çok sayıda olta atılmış.  Kurbağaları ve kaplumbağaları da unutmayayım.


Göl doğal olarak temiz ama maalesef insan atıkları da yok değil. Bira şişeleri, poşetler, pet şişeler, tüfek fişekleri... Kamp alanımıza göre karşı kıyıya kadar yürüdük. Çoğumuz mayosunu getirdi. Su o kadar cazip ki girmemek için kendimizi zor tutuyoruz. Temmuz veya Ağustos'ta gelsek kimse tutamazdı bizi.


Turumuza devam edip bir taraftan da akşam ateşi için kütük falan bakıyoruz. Odun yetmez sabaha kadar yanmaya. Kozalak, dal, odun parçaları ve bir de kütük bulduk. Kamp alanımıza kadar taşıdık. Gittikçe ağırlaştı doğal olarak :) Ateş yakıp biraz daha keyiften sonra yemek vakti geldi. Mangalımızı yaktık, ızgaramızı yaptık rakımızı  keyifle bitirdik.
Mangalların Efendisi =D
Ateş başında sohbete devam ettik. Saat 23:00 olmuş farkında değiliz...

Uyku vakti çadırlarımıza çekildik.Yandaki gruptan hafif müzik, konuşma sesleri geliyor. Ama rahatsız edici değil. Hatta ıssız ve ayı korkusu olan bir yerde bana güven verici gibi bile geldi.

Keyifle uykuya daldık... Sonra birden bir patlama sesi ile sıçrayarak uyandım. Ne olduğunu anlayamadım önce. Sonra tüfek sesi olduğunu tahmin ettim. Göl kapalı çanak gibi bir alanda olduğundan sessizlikte tüfek sesi bomba sesi gibi geliyor insana. Nedenini anlayamadık ama aralıklarla sabaha kadar ateş ettiler. Oysa her yerde tabela dolu. “Avlanmak Yasaktır.”

Çoğumuz uyuyamadı.Yani gecemiz oldukça kötü geçti. Murat çıkarken kapıda görevli ile konuştu. Bin türlü mazeret. Yok jandarmaya haber vermiş de jandarma gelmemiş v.s.  Milli Parklar Genel Müdürlüğü özel işletmeye vermiş Sülüklü Göl'ü. Sonra... Sonrası yok. Doğa harikası her şeyiyle bir işletmecinin insafına bırakılmış. Avlanmak yasak olan yerde yüzlerce olta, sabaha kadar tüfek atışları..

10:00 civarı hepimiz uyandık. Kozalakla yaktığımız semaverimizde ve Hamuki'den ödünç aldığımız ocakta çayımızı demledik. Güzel bir kahvaltı sonrası biraz keyif yaptıktan sonra çadırlarımızı toplamaya başladık. Acele etmemizin nedeni dönüşte farklı yoldan gitmek; Göynük, Mudurnu, Nallıhan, Beypazarı üzerinden dönmek.

Çadırları topladıktan ve bütün eşyaları arabalara yükledikten sonra göl kenarında son kalan soğuk biralarımızı içtik. Araba için alınan  buzlukları çok beğendik. Ertesi gün 13:00 civarında hala buz gibi bira içebildik.

Sonra güzergah üzerindeki tartışmalarımız sonucu Murat'ın tavsiyesi ile sadece Göynük'e uğramaya, vakit kalırsa da Mudurnu'ya uğramaya, yemeğimizi burada yemeğe karar verdik.

Yine çok güzel yollardan geçerek Göynük'e ulaştık. Şöyle kısa bir mola ve fotoğraf çekiminden sonra Fatih Sultan Mehmet'in Hocası Ak Şemsettin Türbesi'nin yakınında çay bahçesinde ev yapımı limonatalarımızı yudumladık. Bir de Göynük'e özgü olan "Uhud" tatlısını denedik. Ancak pek beğenen olamadı doğrusu. Çünkü tatlı gibi değil, daha çok marmelat pekmez gibi bir şey idi.


Göynük'ten yolumuzu hafifçe uzatarak Mudurnu'ya geçtik. Orada benim bildiğim bir esnaf lokantasına götürdüm herkesi. Oldukça lezzetli ev yemeklerinin olduğu temiz ve ucuz bir yer. Karnımızı güzelce doyurduktan sonra hafif bir Mudurnu turu yaptık. Grup olarak Mudurnu'yu daha çok beğendik. Hala Anadolu kasabası halini koruyor gibi. Göynük ise turistik olmuş. 
Dönüş yoluna koyulduk. Yine Murat'ın rehberliğinde Bolu üzerinden otoyola geçip Ankaramıza doğru yola çıktık. Saat 21:00 civarı evimizde idik. Tatlı yorgunluk ve güzel anılar ile...



Yazı ve fotoğrafların her hakkı K.H.B.A.G ve Murat Süklün'e aittir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder