Bir KHBAG kamp etkinliği de birbirimizi dolduruşa getirerek
başlayıp Dedegül dağının eteklerindeki Melikler Yaylası'na kadar götürdü bizi. Ekibin neredeyse tamamının katılacağı organizasyon, tarih
değişikliği nedeniyle biraz kayıp vermemize neden oldu. Bu yüzden aklımızın bir
kısmını gelemeyen arkadaşlarımıza bırakıp, bir daha gideriz sözüyle etkinliği
planladık.
7 yetişkin 1 çocuk, 2 araba, 4 sandalye, 5 çadır, 1 semaver,
1 mangal, zibilyon yeme içme malzemesi ile yine bir kampa daha tam takım
hazırdık. İlk ekip bir gün izin alıp Cuma sabahtan yola çıkıp kamp yerini seçme
ve günü orada batırma sorumluluğunu üstlendi :P
2. ekip iş çıkışı toparlanıp, bir araba yerleştirme sanatı icra ettikten sonra,
19:15’de kahveleri ve potansiyel yol şarkıları ile harekete geçti.
Yol uzun neyse ki çok konuşuyoz da hissedilmiyo.
Ankara-Afyon istikametinde Akşehir üzerinden Yenişarbademli, Beyşehir gölü
derken gece 1’e doğru kamp alanına ulaşmayı başardık. Harbiden başardık, zira
bir süre sonra telefon da çekmiyo, yollar karanlıkta çok anlaşılmıyo, çeşit
çeşit hayvanlar şaşkın şakın yolunuza çıkıyo falan.
Murat kafa lambası ile karşıladı bizi. Ateş yakılmış,
çadırlar kurulmuş. Hava oldukça serin. Biraz sohbet kucaklaşma, yardımlaşarak
çadırları kurma, yıldızlar altında Ayşe ile beraber şarkı söyleyip sohbet etme
derken yorgun yolcular olarak çadırlara daldık. Gece tıpır tıpır yağan yağmur
yeni çadırımdan içeri girmeyi başaracak mı acaba derken uyumuşum arada. Sonuç: Hayır yağmur girmedi :)
Sabah “hadi uyanıııııın” diye her bir çadıra bağıran Ayşe ve
Arya ikilisi başarıyla bizi çadırlarımızdan çıkardılar. Hava serindi ve bir sis
bulutu içindeydik. Gece karanlıkta birşey göremedik ki, yeni farkediyoruz
neredeyiz. Herşey sisten dolayı hala biraz flu ve mistik. Derken gezi boyunca
bolca göreceğimiz nerdeyse ekibin parçası olacak Mehmet Çavuş’la tanıştık.
Mehmet Çavuş yılın bu zamanlarında yaylada çadırında yaşıyor. Oralı yani. Bize
yörenin kirazlarından getirmiş sabah yiyelim diye.
Kahvaltı zengindi (abartmışız demenin kibarcası) her zamanki
gibi. Semaverde demlenmiş çayla kahvaltılıklara yumulan ekip Nutella kavanozuna
bir rahat vermedi. Kahvaltı sonunda Arya'cığımızın doğum gününü de kutladık.
Dileriz nice nice güzel yıllar yaşar, doğada nice doğum günleri kutlar. Biz
hepsine geliriz valla :D
Kahvaltı sonrası sohbet, salıncak kurmaca, ortalığı
toplamaca falan derken haydi etrafı keşfedelim dedik. Mehmet Çavuş bize bir
miktar civarı anlattı. Oyumuzu bugün için daha yakın olan Pınargözü Mağarası'ndan yana kullandık. Yaka Kanyonu'na arabayla gitmek gerekiyormuş zira.
Yol boyunca Dedegül Dağı (2998 metre) manzarası bize eşlik
etti. İlerideki anıt ağaca kadar sohbet ede ede ilerleyen bizler, anıt ağacı
görünce saygıyla durup önce bir selamladık kendisini. Sonra bakalım el ele
tutuşup etrafına sarılabiliyor muyuz denemesi yapıldı tabii. Evet onu
yapabiliyoruz da aynı fotoğraf karesinde herkes görünmüyo o zaman, araya ağaç
giriyo :p
Mağara yakınlarında kiraz ağaçları da vardı. Bir tanesinin
dalları biz boylarda olunca mecbur topladık tabe. Hatta bazı Özgür’ler ağaca
bile tırmanmış olabilir. Mağara sandığımızdan daha küçüktü. Daha doğrusu izin verilen
kısmı çok içeri girmenize müsade etmiyordu. Fakat mağara önünde, hani
buzdolabının kapağını açmışsınız da üzerinize bir serinlik gelir ya, hah işte
öyle hissediyorsunuz.
Mağara fotoları çekip soğuk suya kim ne kadar ayağını sokuyor diye oynaşıp
eğlendik bir süre. Doğada olmanın buyu güzel işte. Her fırsatta çocukluğunuza
dönüp Arya’ya arkadaş olabiliyosunuz :)
Geri dönüş yolunda minik Arya’mız su koyvermeye başladı
hafiften. Kendisini lafla şakayla oyalamak da yetmeyince çeşit çeşit modellerde
taşıma sistemleri icat ederekten bir süre taşıdık. Sonra herkesin canı çekti
beni de taşısan ya sululuklarını Arya’ya bile yaptık :) Arya prenses bunca
yorgunluğuna rağmen bakımıyla da çok ilgiliydi gezi boyunca, zira sık sık
“saçım bozuldu mu” diye soraraktan durum kontrolü yapıyordu :)
Kamp yerine dönünce grup içinde sıklıkla bahsi geçen “5’lik
simit gibi yatma” pozisyonunu alıverdik. Yelda ve Murat asilik yapıp "biz dağa
çıkıcaz, zirve yapıcaz" deyip kamp alanını terkettiler. Ama çok da takmadık
sanırım :p Kendileri her ne kadar 2 saat sonra döndüklerinde zirve yaptıklarını
iddia etseler de gidiş yolundan not verdik, takdir ettik kendilerini.
Akşam olmak üzereydi, yayla ve dağ farklı renklere bürünmeye
başlamıştı. Ekip bir sırt üzerinden huşu içinde batan güneşi sessizce izledi.
Fotoğraflarla beraber iç çekildi, gün sessizce ve unutulmayacak şekilde battı.
Yemek odaklı ekibimiz "batan güneş eşittir akşam yemeği"
diyerekten yemek hazırlıklarına başladı. Mangal yakıldı, buzluktan etler
çıkarıldı, salatalar falan bir ekip ruhuyla hazırlandı. Bu konuda çok uyumluyuz
valla.
Yemek sohbeti gecenin ilerleyen saatlerine kadar gitti.
Şarkılar söylendi, dinlemeyenler azarlandı. Arya uyudu, yıldızlar çıktı,
uykular gelmeye başladı. Derken bunca yıldız boşa mı gitsin yani diyerekten, gece
yürüyüşü yapalım diyen 5 kişi kamp alanını Murat ve Özlem’e bırakıp yola düştü.
Yıldız çok da gece vakti orman korkutucu. Yanyana yürürken bi baktık ki kolkola
girivermişiz. Derken şakalarla birbirimiz korkutmaya çalışıp başarılı da
olduktan sonra “e çok yürümeyelim geri dönelim” diye ikna olup tırıs tırıs
kampımıza geri döndük. Yine de tadı damağımızda kaldı yürüyüşün. Ateş başında
az daha sohbet ettikten sonra çadırlara dağılan bizler, tatlı birer uyku
çektik. Ben o gece denediğim şişme yatağın asrın icadı olduğuna kanaat getirip “verdiğim
her kuruş helal olsun yav” diye diye uyumuş olmalıyım.
Ertesi gün ayrılış günüydü. Kahvaltı sonrasına Yaka Kanyonu'nu planlamıştık. Arabalara binip aldığımız tarifle bir miktar gittikten
sonra Küçük Oyuk Yaylası'na vardık. Arabaları park edip yaylada ailesi ile yaşayan
Mehmet’le tanıştık, kendisi seve seve bize mihmandarlık etti. Yolda yürürken
hem köyü hem çevre hem hayatı hakkında bize bilgiler veriyordu bu mahcup
bakışlı, yüreği temiz delikanlı.
Yaka Kanyonu'nu tepeden izleyen bir patikaya indik. Bağırınca
karşıdan yankılanan sesimiz bizi eğlendirdi epey. Bir yerde uçurum hissinin
yoğun olduğu bir kaya parçası üzerinde ekibin cesaretli elemanları türlü türlü
pozlar verdiler. Daha sonra bir başka patikadan Kıpaz Deresi'ne indik. Su kabul
edilebilir soğuklukta idi. İçimizde mayosunu getiren tek düşünceli insan Murat
hepimizi kıskandırarak sulara bıraktı kendini. Onu Arya izledi. Biz de onları
izledik :p Dere içinde yaptığımız kısa yürüyüşler, suda türlü türlü pozlar derken “artık
dönelim yav daha Ankara’ya gitcez” diyerek Mehmet’le geldiğimiz yoldan geri
döndük.
Dönerken giderken de gördüğümüz dünya şirini keçileri tutup sevme
imkanı da bulduk. Tuttuk dediysek öyle eni boyu değil. Hayvanlar durduğu yerde
durmuyor ki zaten. En fazla tüylerini okşayabiliyosunuz.
Mehmet kadar yüreği güzel anne ve babası bizleri soluklanmak
için davet edip, üzerine bir de leziz keçi yoğurdundan yapılmış ayran ikram
ettiler. Gözlerinin içi gülen, aynı Mehmet gibi mahcup bakışlı bu güzel
insanlarda aklımız kalarak arabalarımıza binip kampa geri döndük.
Kampın toplanması, Mehmet Çavuş’la veda, Mehmet Çavuş’un
getirdiği karpuzun yenmesi, arabalara eşyaları geri sığdıramama falan derken
akşam 16:00 gibi Dedegül’e ve Melikler Yaylası'na veda ettik. Kalbimiz yine
ülkemizin güzel yerlerinden birinde daha kalmıştı. KHBAG kamp alanlarından biri
olacağı belli bu yere tekrar gelmek dileğiyle...
Yazı ve fotoğrafların her hakkı Esra Taner ve KHBAG'a aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder