Kıtaları Koşarak Geçtik
www.istanbulmarathon.org/tr adresinden kaydımı yapıp, gruba “Bu seneki İstanbul Maratonu 15 km. kategorisi için kaydımı yaptırdım, ilgilenenlere duyurulur” mesajını atmamla, KHBAG’ın ilk maraton macerası da başlamış oldu. Her ne kadar “Acaba zor mu olur? Niye 15 km.? 10 km.'ye katılsak ya” gibi bazı çatlak sesler çıksa da “olabilir, ya ben de geleyim” nidaları arasında, bir de baktık ki sayımız sekizi bulmuş.
O sıralarda doğacak yeğenime isim bulma konusunda gruptan yardım istemem, sevgili yeğenimin tam da 17 Kasım’da yapılacak Maraton’a yakın bir tarihte doğacağını fark etmeme ve “Arkadaşlar! Kardeşim ve ben ailemize yeni katılacak bebeğimizin sporu ve doğayı seven, aktif biri olmasını istiyoruz. Bu maratonu onun adına yaptıracağımız tişörtleri giyerek koşmaya ne dersiniz? Belli mi olur? Bakarsınız yeğenim ileride ünlü bir maratoncu olur, biz de bu tişörtlere bakarak ahh ahh bu çocuğun iyi bir sporcu olması için koşmuştuk deyip başarısından kendimize pay biçeriz. Bu bebek hepimizin!” şeklinde bir mesaj atmama neden oldu. Teklifim grubun “evet, tabii ki” “Ben iki tişört istiyorum. Maraton öncesi L, maraton sonrası M” esprileri ile karşılandı. Sevgili yeğenime grubumuzun da önerdiği isimlerden olan Ali Doruk adının verilmesi ise bendeki onun artık sadece iyi bir maratoncu değil aynı zamanda başarılı bir dağcı olacağı inancını pekiştirerek “ahan da buraya yazıyorum, bu çocuk Everest’e bile çıkar” dedirtti.
Sinan’ın “Maraton komitesinin hazırladığı
tişörtleri giyme zorunluluğu yok mu” sorusuna benim “Geçen sene katılan
arkadaşlarla konuştum. Sadece verilen göğüs numaralarını ve çipleri takmak
zorundaymışız” cevabım üzerine grupta maratona katılım konusunda ilk tereddüt
yaşandı.
“- Çip ne ya? Ne çipi?
- Hakikaten ne çipi? Nereye takıyorlar bu
çipi? Çip mip taktırmam ben.
- Hem 15 km. koşacağım hem çipi bana
takacaklar. Olur mu hiç?” yorumları bu eğlenceli tiplerin çipten ne anladığı
sorusunu sormama neden oldu. Hay sormaz olaydım.
“- ÇİP = Çok İri Patlıcan değil mi?
- Aman öyleyse takmasınlar.
- Belki de bu çip takılınca koşabileceğiz
15 km. Bir anda vınnnnn.
- 42 km. için de MİP takıyorlarmış.
- Ya sorma iyi ki 42 km'ye katılmadık.
- MİP olunca Mega oluyor çünkü. GİP'i düşünmek
bile istemiyorum.”
Tam bu sıralarda televizyonlarda rezonans nedeni ile
köprüden geçişin gruplar halinde yapılacağının duyurulması grupta hafif bir
endişeye neden olduysa da çabuk atlatıldı.
“- Hay Allah. Bu rezonans bizi
geciktirecek.
- O köprü bu sene yıkılır!
- Yıkılacaksa biz yıkalım madem.
- Bizim enerjimize köprü mü dayanır.”
Aramızda maraton köprü geçiş planı
yapanlar da yok değildi. “Köprünün 250. m’sinde sağda kokoreççi olacakmış. İlk
durağımız orası. İkinci durağımız köprü çıkışı soldaki balık ekmekçi.”
Ben İstanbul’da yeğenimin Dünya üzerindeki
ilk günlerinin tadını çıkarırken gelme günü çatan arkadaşlarımla sözleştiğimiz
üzere Boğaz’da kahvaltı için buluştuk. Kendilerini biraz gergin buldum.
Kısa bir gözlem sonucu sadece, bir gün öncesinden mesaj atarak beni
bilgilendiren! Özlem ve Murat’ın değil, diğer bir kısım grup üyesinin de
maratona katılım konusunda tereddütleri olduğu anlaşıldı. “Eee, kem, küm, ya
Yelda biz niye maratona katılıyoruz? Bize ne bize ne, biz koşmayacağız” gibi
Hamuki’nin deyimiyle tatlı bir korkuyla dile getirilen tereddütler tarafımca
bertaraf edilerek koşmaya değilse de yürümeye ikna edilen grup, içinde tişört,
göğüs numarası ve çiplerin yer aldığı çantaları almak üzere Fuar Alanı’na yani
Sinan Erdem Spor Salonu’na yollandılar.
Beşiktaş’ta Ali Doruk tişörtlerinin
basılmasını beklerken arkadaşlarımın yoğun trafik içinde birkaç vasıta
değiştirerek Fuar Alanına ve sonrasında Taksim’e ulaşma çabaları sonucu bitap
düştüğü haberi ulaştı. Gerçi daha sonra Fuar Alanı’nda çekilen bazı
fotoğrafların ortaya çıkmasıyla olayın biraz abartıldığı ve aslında bu eziyete
değdiği anlaşıldı.
Günü, ertesi sabah adına 15 km. koşulacak
velete bir merhaba deyip beraber fotoğraf çektirmeden bitirmek olmazdı tabii.
Dolayısıyla bir ziyaret de Ali Doruk’a yapıldı.
Beklenen gün gelip çattığında saat
07:00-07:30 arası Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi önünden kalkacak belediye
otobüslerine yetişmek üzere erkenden kalkan grubumuz Ali Doruk tişörtleri
üzerine göğüs numaralarını iğneledi. Simit ve poğaçalar ellerimizde Boğaziçi
Köprüsü’nün Anadolu yakasındaki maraton başlangıç noktasına gitmek üzere yola
çıktık. Başlangıç noktası çeşitli vakıf, dernek veya şirketler adına koşmak
üzere farklı kostümlerle veya “koşmayı da sizden öğrenecek değiliz” gibi
mesajlar içeren tişörtler ile gelenlerle bir karnaval görünümündeydi.
Çipleri ayakkabılarımıza bağlayarak biz 15 km. koşucuları 42 km. maratoncularıyla birlikte, daha gerimizde 10 km. koşucuları ve onların da gerisinde 8 km. halk yürüyüşçüleri alandaki yerlerini aldılar.
Çipleri ayakkabılarımıza bağlayarak biz 15 km. koşucuları 42 km. maratoncularıyla birlikte, daha gerimizde 10 km. koşucuları ve onların da gerisinde 8 km. halk yürüyüşçüleri alandaki yerlerini aldılar.
Ve 09:00’da
start verildi. O da ne? Nihan’ın “çok şaşırdım ya herkes koşuyor”
serzenişleriyle arkadan gelen kalabalığın ayakları altında kalmamak için en
azından köprünün koşularak geçilmesi gerektiği anlaşıldı.
Köprü geçildikten sonra grup rahatlamıştır ama bu sefer de Hamuki kayıptır. Maratondan önce “abi çok kilo aldım, dizlerim rahatsız ben koşamayacağım” diyen arkadaşımız ortalarda gözükmemektedir. Endişe içindeki grup biraz sonra Hamuki’den gelen telefonla rahatlamış ama bir o kadar da şaşkınlığa uğramıştır. Telefonda “Nerdesiniz yaf? İlk su ve sünger istasyonunda sizi bekliyorum” diyen Hamuki rüzgar olup uçmuştur.
Köprü geçildikten sonra grup rahatlamıştır ama bu sefer de Hamuki kayıptır. Maratondan önce “abi çok kilo aldım, dizlerim rahatsız ben koşamayacağım” diyen arkadaşımız ortalarda gözükmemektedir. Endişe içindeki grup biraz sonra Hamuki’den gelen telefonla rahatlamış ama bir o kadar da şaşkınlığa uğramıştır. Telefonda “Nerdesiniz yaf? İlk su ve sünger istasyonunda sizi bekliyorum” diyen Hamuki rüzgar olup uçmuştur.
Boğaziçi Köprüsü’nden sonra Barbaros
Bulvarı üzerinden Beşiktaş’a, oradan Dolmabahçe üzerinden Karaköy’e, Galata
Köprüsü üzerinden Haliç boyunca Balat’a ulaşan ve buradan geri dönülerek
Eminönü’nde İstanbul Ticaret Üniversitesi karşısında son bulan, trafiğe tamamen
kapalı ve büyük bölümü tarihi doku içindeki parkur boyunca dünyanın en güzel
manzaralarına da şahit olunuyor.
Grubumuzun maratona katılan tüm üyeleri bahse konu parkur boyunca Türk’ü, Amerikalısı, Japon'u ile tüm dünyadan katılımcılar, yolun her iki kıyısında alkışlayarak veya bando-mızıkaları ile tempo tutanların destekleriyle neşe içinde kah yürüyüp kah koşarak maratonu bitirdi ve hatıra madalyalarını aldı.
Grubumuzun maratona katılan tüm üyeleri bahse konu parkur boyunca Türk’ü, Amerikalısı, Japon'u ile tüm dünyadan katılımcılar, yolun her iki kıyısında alkışlayarak veya bando-mızıkaları ile tempo tutanların destekleriyle neşe içinde kah yürüyüp kah koşarak maratonu bitirdi ve hatıra madalyalarını aldı.
İstanbul’a gelip de vapura binmeden olmaz dedik ve günün geri kalanını vapurda ağrıyan ayaklarımızı dinlendirerek sohbet muhabbet içinde geçirdik.
Akşam otobüsle Ankara’ya dönüş öncesi grup
tatlı bir yorgunluk içindeydi. Her ne kadar yandaki fotoğraf "grup
perişan" adıyla paylaşılmışsa da gelen yorumlar grubun muhteşem olduğu yönündeydi.
Dünyanın kıtalar arasında koşulan bu tek
maratonuna siz de katılın diyor ve sizleri çok yakında blogumuzda yayınlanacak
Runtalya maceralarımızı da okumaya davet ediyorum.
Kalın sağlıcakla…
Yazı, Video ve Fotoğrafların Her Hakkı Yelda Ayhan ve K.H.B.A.G. na aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder