12 Şubat 2014 Çarşamba

Rakı-Balık Cennetindeyiz, Amasra'dayız

Rakı-Balık Cennetindeyiz, Amasra'dayız 



Biraraya her geldiğimizde ilk sohbetimiz nerelere gittik, nerelere gideceğiz, nerelere gitmek istiyoruz oluyor. Üstelik bir gezinin tam ortasındayken bile. Güzel bir Amasya, Niksar, Tokat gezisini tamamlamış, keyif ile araba sürerken birden "Amasra'ya gitmeyi, balık yemeyi, keyif yapmayı" planlarken bulduk kendimizi.. 

Eylül ayı geldi,balık sezonu açıldı. Mevsimin ilk balığını, yerinde yemeliydik. Derken, KHBAG ekibinden bir mesaj geldi: "Haftasonu Amasra'ya gidiyoruz. Gelsene" :) Hemen atladım tabi. Sıcak havaları hiç sevmem, mevsim tam benim mevsimim. Hafif serin, bazen yağmur, bazen güneş. 

Cuma akşamından herkes birşeyler hazırlamıştır eminim. Grubumuzun kızları yolculuk yiyecekleri hazırlama konusunda pek maharetliler. Bize düşen çay, meyve suyu hazırlamak. Tabii, taze sıkma :)

Her zaman olduğu gibi, çok iyi olmayan bir uyku sonrası alarm sesiyle uyanıyorum ve telaşlı bir hazırlığa girişiyorum. Sinan ve Özgür arabayla gelip beni alıyorlar. Ayşe'yi de aldıktan sonra, ekibin geri kalanıyla her zamanki buluşma noktası olan benzinlikte buluşuyoruz. Ufak bir sohbet, rotamız, mola yerimiz. Derken, yoldayız. Dilimizde, Yeni Türkü'nün "Ne güzeldir yollarda olmak" şarkısı....

Hafif uykulu, hafif aç, ilk mola yerimize ulaşıyoruz. Çay, börek, mercimek köftesi, yanında nar-portakal suyumuzu içip yola devam diyoruz. İlk hedefimiz Safranbolu. Safranbolu'yu gezmeyecek olsak da, o yolun güzelliğini biliyoruz. Yeşillikler içinde neredeyse yolun iki tarafından birbirine kavuşmuş ağaçların altından geçiyoruz. Tabii herkes fotoğrafçı, beğendiğimiz yerlerde durup kısa molalar veriyoruz. Yol uzayacak ama ne önemi var, mühim olan yolda olmak.

Grubumuzun en güzel özelliklerinden biri de görev paylaşımı. Kalacağımız, gezeceğimiz yerler planlanmış. Otelde yer ayırtılmış. Amasra'yı geçip, otelimizin bulunduğu Çakraz'a yöneliyoruz. Bu arada saat 13:00 olmuş. Otelimize yerleşip eşyalarımızı bırakıp tekrar yola koyuluyoruz. Hedefimiz Gideros Koyu. Dönüşte de Kurucaşile'yi göreceğiz. Hava tam istediğim gibi. Hafif yağmur başladı. Kıvrıla kıvrıla giden sahil yolundayız. Karşıdan gelen otobüsleri görünce heyecanlanmamak elde değil, yolumuz dar :) 


Gideros'tayız. İlk kez görüyorum burayı. Küçük, kayalıklarla çevrili, denize ulaşılabilecek alanı oldukça dar, iki küçük lokantası olan bir koy. Özgür sayesinde oradayız. Daha önceden gelmiş, konaklamış, balığını yemiş, denizine girmiş. Hemen ufak bir keşif yapıyoruz. Denizin üstünde derme çatma bir sal, üzerinde masa ve sandalyeler. Güzel havalarda tam keyif mekanı. Ama yağmur ve dalgadan da uzak durmak lazım. :) 

 Denizde yabani ördekler güzel pozlar veriyorlar. İşletmeciden öğrendiğimize göre, uçarak gelmişler ve oraya yerleşmişler. Manzarayı görünce, "Ben de olsam, böyle yapardım" diye düşünmeden edemiyorum. 




Saatlerdir yoldayız. Yorulduk ve tabi acıktık. Aklımızda balıktan başka bir şey yok. Merakımız sadece hangi balık olduğu konusunda. Tecrübeli, bir o kadar da konuşkan lokanta sahibinden, istavrit olduğunu öğreniyoruz. Masamız hazırlanıyor hemen. Gideros Koyunda  denize 2 metre mesafede, yağmur yağarken, saçak altındaki masamız hazırlanıyor.Serçeler de bizim gibi saçağın altına sığınmışlar.Yine aklımıza Yeni Türkünün bir şarkısı geliyor ve dilimize takılıyor "Kuşlar Çinko Damı Gagalarken...".Meşhur salata, balığımızı beklerken bizi oyalıyor. Buz gibi bira, zaten olmazsa olmazımız. Rakıyı tercih ederiz tabi ama, daha onun vakti gelmedi ;) Ve, muhteşem lezzette, çıtır çıtır istavritler masada. Öyle bir dalmışız ki, lokanta sahibinin fotoğrafımızı çektiğinin farkında bile değiliz. Kavun, karpuz ve hemen masanın üstündeki asmadan koparılmış üzümleri görmüyoruz bile. :) 

Karnımızı doyurduktan sonra, hem kendi aramızda hem lokanta sahibiyle sohbete koyuluyoruz. Güzel anılar, fıkralar anlatıyor bize. Sonra, çekme helva ikram ediyor. Çayın yanında güzel oldu  doğrusu. Hatta bir kutu helvayı da yolluk yaparsınız diyerek, bize ikram ediyor. Bir amca dikkatimizi çekiyor.Bir kulübenin yanında  plaj şemsiyesinin altında oturuyor.Özgür sohbete başlamış bile.Daha sonra Özgürün 15 yıl önce Gideros a geldiğini ve Selahattin amcanın portresini çektiğini,ve o portreyi çerçeveletip yanında getirdiğini öğreniyoruz. (soldaki foto 15 sene once, sagdakiler bu ziyaretimizden) Ancak porte maalesef çakraz da otelde kalmış.Güzel bir şaşkınlık içindeyiz.

Artık Amasra'ya dönme vakti. Yağmur dindi. Parçalı bir hava, bulutlarla güneş harika manzaralar veriyor. Yol üzerinde Kurucaşile'ye uğruyoruz.

Yağmur arttı. İn cin top oynuyor. Limanda kısa bir gezintinin ardından bir kafeye sığınıyoruz. Kahve molası veriyoruz. Bir taraftan yağmuru izlerken, bir taraftan kahvelerimizi yudumluyoruz. Türk kahvesi içip de, fal kapatmamak olmaz. Kahve fincanları elden ele dolaşıyor, kollektif bir şekilde fallara bakılıyor. 





Amasra'dayız. Büyük Liman, Küçük Liman, Kale, eski evler... Deniz kokusunu içimize çeke çeke dolaşıyoruz. Ve, muhteşem gün batımı zamanı. Hemen ufak bir beyin fırtınası sonucu, en güzel yeri buluyoruz. Fotoğraf makinelerimiz hazır. Birbirinden güzel anlar, ardı ardına makinelerimize kaydediliyor. Fakat, en güzeli, o an orada, iyi insanlarla beraber olmak, o anı yaşamak. 



Güzel manzaranın tadını çıkardıktan sonra, rakı-balık yapabileceğimiz bir mekan aramaya başlıyoruz. Malum, en meşhuru, belli. Ancak her zaman olduğu gibi, kalabalık. Yer yok. Beklemek gerek ama bizim de sabrımız yok :) Hemen yanındaki lokantaya giriyoruz. Barbun, istavrit, palamut, Amasra Salatası, üzerine ballı manda yoğurdu, rakıya eşlik ediyor. Yediklerimiz lezzetliydi lezzetli olmasına da, hizmet kalitesinden pek memnun kalmıyoruz. Hele bir kalamar yiyoruz ki, düşman başına :) 

Yemek sonrası kısa bir yürüyüş. Ardından Çakraz'daki otelimize dönüyoruz.Otele doğru yürürken Ankara'dan gelmiş bir gruba rastlıyoruz. Bir kaçı tanıdık.İyi eğleniyorlar,biralar içiliyor,23 civarı denize girenler,fotoğraf çektirenler. Onları arkamız da bırakıp oteldeki odamıza geçtik. Kocaman bir balkon. Önümüzde Çakraz Koyu.Güzel, hafif serin bir hava. Sohbet, bira derken, uyku zamanı. 

Sabah, günlük güneşlik bir havaya uyanıyoruz. Balkondan manzara, gün ışığında çok daha güzel. 

Otelde keyifli bir kahvaltı sonrası, Çakraz Koyu'nun sol tarafındaki kayalıklara keşfe gidiyoruz. Ürkütücü biraz ama çok güzel bir manzara var karşımızda. Güçlü dalgalar üzerimize sular sıçratıyor. Çok keyifliyiz. 


Hava gittikçe ısınıyor. Deniz, orada bizi bekliyor. Hemen otele dönüp mayolarımızı giyiyoruz ve kendimizi denize bırakıyoruz. Karadeniz'in serin, bulanık sularında yaklaşık iki saat yüzüyoruz, oynuyoruz, eğleniyoruz.Sahilde Sertaç Ayşe'nin bacaklarını kuma gömüp,güzelce şekil vererek bir Deniz Kızı ortaya çıkarıyor.Kuzeyli balıkçılar tarafından yakalanmış bir deniz kızı... Aramızda tartışıyoruz. Deniz kızının fırınımı daha iyi olur buğulaması mı :) Saat 16:00'ya geldiğinde, hava "Artık yeter eğlendiğiniz. Bu mevsimde, bundan daha iyisini bu kadar zaman bulamazsınız" dercesine, kapanıyor. Şiddetli bir rüzgar çıkıyor. Denizden çıkıp çabucak hazırlanıp tekrar yola koyuluyoruz.. 

Tabii ki hemen Ankara'ya dönmüyoruz. Yol üzerinde Bartın var. Bartın'a ulaşınca keşif turu yapıyoruz. Fotoğraflar çekiyoruz.





Meşhur Bartın ekmeğinden alıyoruz. Niyetimiz Bartın'ın yöresel yemeklerini tadabilmek ama, böyle bir mekan bulamayınca, tavsiye üzerine bir pideciye giriyoruz. Yemek sonrası Bartın Çayı'nın yanında, yeşillikler içinde bir çay bahçesinde çay-kahve içiyoruz. Falsız olmaz tabi :)  


Yine yoldayız. Bu kez rotamız Çaycuma, Devrek, Mengen üzerinden Ankara'mıza dönmek. Yolda yine iki günün kritiği, beğendiklerimiz, beğenmediklerimiz.. Sonuçta herşeyi beğenmişiz :) Beraber olduktan sonra, beğenmeyeceğimiz yer ve şey yok ki. Güzel müzikler, sohbetler, çekilen fotoğraflara şöyle bir göz atmalar derken çabucak biten yol, ve Ankara'dayız. Şehir girişinde bile, bir sonraki geziyi planlıyoruz.




Yazı, Video ve Fotoğrafların Her Hakkı Murat Süklün ve K.H.B.A.G. na aittir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder