8 gezgin Kaş’ta 4 gün geçirirse ne yapar?
29 Ekim Salı’ysa, bir gün de izin alıp, “ohooo 4 gün tatil
yaparız” nidaları, yerini “iyi de nereye gitsek”lere bırakınca grup kendi
içinde bölüne bölüne çoğalmaya başlamıştı. Safranbolu-Yenice kombini yaparız diyerek
bir konakta yer ayırtanlar, Likya yoluna trekking’e gidenler, yav ben alamadım
pazartesi iznimi gelemiycem diyenlerin yanısıra, sessiz bir azınlık “Kaş”
deyiverince işin adı hepimiz için kondu. Meğer Kaş’a gidesimiz varmış bizim :)
Toplu otobüs biletleri alınıp, Kaş camping de çadırları
kuracağımız yer olarak belirlenince, ekibin, “yolluk ne yapayım size”
tartışmalarına zaman bile kaldı. Sağ baştan alfabetik Ayşe, Esra, Hamuki,
Murat, Nihan, Özlem, Sertaç, Sinan’dan oluşan KHBAG ekibinin Kaş çıkartması da
böyle başlamış oldu.
Yol uzun mu uzun ama gece yarısı yolcuları olarak uykuya satarız
artık saatleri. Kızlı erkekli yerleştik koltuklara, ama Sertaç’ın yanına
tanımlayamadığımız yeşil bir şey düştü, benim de objektife takıldı tabii :) (sonsuz hoşgörüsüne
sığınıyoruz kendisinin :))
Uykumuzu bölen molayı Afyon yakınlarında bir yerde vermiş
olmalıyız, burası flu hepimizde. Ama Afyon olduğunu tepeden sarkan sucuk
şeklinde avizeden çıkardık. Saç baş dağınık, yarı açık gözlerle "neredeyim
Allahım" diye düşünmekten edemiyoruz, zira oldukça fantastik bir yerdeyiz. Tepemizde
palmiye desenli lambalar, LCD’li tuvaletler, sucuk avize falan mantığımıza
fazla gelince toplu rüya gördüğümüze karar kıldık.
Sabahın erken saatlerinde Fethiye’deydik işte. Kaş’a gidecek
minibüs için beklerken yolluk kisvesi altında hazırladığımız, amacını hayli
aşmış pasta-börek ne varsa yumulduk (evet bence doğru kelime bu, hiç kibar
olamıycam.)
Kaş otobüs terminalinden aslında yürüme mesafesindeki kamp
alanımıza, onca kamp yükünü taşımak istemeyen biz konformist kampçılar olarak
taksi ile gidelim dedik. Ne yani onca yol gelmişiz bi de kamp yükü mü taşınır
falan filan yorumları zaten ikna olmamızı sağlamıştı.
Kamp alanımız denize sıfır (yalan o zaman denizin içinde
olur insan) hissi veren yakınlıkta harika bir yerdeydi. Hava desen bizden yana.
Çadırlar kuruldu hep beraber. Biz Sinan’la salon salomanje çadırımızın
kuruluşundan daha çok vakti, öndeki giriş tentesini ayarlıycaz diye kastık. Ama
olsun havalı bişey oldu neticede. Hem de çadır öyle büyük ki ayakta
dikilebiliyorsun yani (tamam ben 1.60’ım da yine de iyi işte bi çadır için.)
Kampı da atınca denize atlamamak için nedensiz kalan bizler,
hoop Kaş’ın temiz ve berrak sularında bulduk kendimizi. “Yav ne iyi yaptık da
geldik”, “fakat iyi geldik”, “valla iyi oldu geldik” diye diye yüzüp kendimize
fikrimizin harikalığını tekrar tekrar ispat ettik.
Aksiyon insanıyız ya durur muyuz hiç. Yüzmeden sonra darbuka ve gitarını getiren arkadaşlarla, beraber ve solo şarkılara geçildi.
Gün batıyordu yavaştan ve kızıllık Kaş’ın tepelerine ve denize vurmuştu bile. Kaş’ın gecesini, güzel dar sokaklarını yaşama vaktiydi.
Ama düşündük ki bir insan önce yemek yemeli sonra gezmeliydi. (Aç ayı oynamaz
diyeceğimi sanan sayın okuyucular, demedim sadece ima ettim farkettiyseniz. :))
Kaş’ın havası mı suyu mu, grubun ahengi mi bilinmez, ne
yediysek güzel, ne içtiysek tatlıydı. Hayır iwrenç bu içemem dediğim rakıyı bile
içmiş bi insanım o gece, ispatlı konuşuyorum yani.
Şu begonvilleri evlat edinmek mümkün olsa ben bir yurt
açardım yeminlen. Meret Ankara’yı da pek sevmiyor ki al da yanında tut. Mecbur
her gördüğün begonvilin fotosunu çek, orana burana tak, hevesini al işte Esra.
Kaş’ın dar sokakları bize dekor oldu o gece. Yeminle, en son
arnavut kaldırımlı yokuşa oturup poz vermişliğimiz var. Hayır, bizi normal
bişeymiş gibi kabul eden yöre halkını takdir etmeli, asıl onlara hayret
edilmeli.
Ertesi gün bir tekne gezisi yapalım, hatta bir tekneyi
kapatalım motivasyonuyla rıhtımdaki teknelerle pazarlıklar yapıldı. Şanslı (!)
tekne sahibini tebrik edip elini sıktıktan sonra "yarın görüşürüz ama lütfen çay
da yapalım" diye milli değerlerimizi yaşatma sözü alınıp, kampa geri dönüldü.
Sabahın ilk ışıkları çadıra dolduğunda uyanma vakti
gelmişti, biz de hiç itiraz etmedik zaten. Birkaç alışveriş yapıp teknemize
simitler, içeceklerle dolu poşetlerimizle gittik. Denize açıldıktan sonra
kurulan sofrada nefis bir kahvaltı yaparken “fakat ne iyi ettik”, “valla iyi
ettik” diye söylenmeye başladık yine (ben korkuyorum bizim yaşlılığımızdan)
Çeşit çeşit koylarda durup yüzme molası verdik gün boyu. Kah balıklarla yüzdük kah birbirimizle :p böyle şakalar espriler...:) yani keyifler yerinde.
Çeşit çeşit koylarda durup yüzme molası verdik gün boyu. Kah balıklarla yüzdük kah birbirimizle :p böyle şakalar espriler...:) yani keyifler yerinde.
Derken Kaleköy'e (Simena) yanaştı kaptan. Zaten grubumuzun kıdemli Kaş elçisi Ayşe önceden diyordu burayı bize. Az bile demiş meğer, ne güzel bir adadır orası yahu öyle. İlk iş kaleye çıktık tabii. Japon turistler halt etmiş yanımızda, saniyede kaç kare çekilirmiş gelip görsünler...bi de otomatik çekiyoruz 3-5-15 tane ard arda...teknolojiğiz yani. Değişik kurgular yapıp bi öyle bi böyle foto alıyoruz. Evet birbirimize normal geliyoruz da, dışarıdan pek öyle görünmüyoruz (şşşt ağzımdan kaçtı).
Meğer bu adada ev yapımı dondurma varmış. Ölmeden önce
yapılacak bilmem kaç şey arasına alsınlar, talep ediyorum aha da bloga yazıyorum...
Bizi adadan kanırtmak suretiyle alan kaptan, “valla balık
pişirecem size denizde, söz” demedi. Ama mangalı yakmıştı, biz anladık onu. “Buraya
tekrar gelelim”, “gelecek yıl burada bir gece kalalım”, “aha da şu pansiyonun
ismini yazıyorum bak bak” diye diye uzaklaştık adadan. Eh yemek de hazırdı bu
arada, direkt sattık adayı yemeğe. Fakat bizim kaptan aslında “The Chef” çıktı
iyi mi. O nasıl güzel zeytinyağlıdır, o nasıl güzel salatadır, ha o nasıl? Akıllara
zarar verdi ama yedik bitirdik ve bazılarını sıyırdık. İçkiler de içilip
karınlar doyunca Gofret Girls Band (Esra, Ayşe ve Nihan) artık sahne
alabilirdi. Bizde repertuar geniş, seyirci de hazır, üstelik seyirci bi yere de
kaçamaz (denizdeyiz oolum), garantili seyirci yani. O şarkı senin bu şarkı
kimin, unuttum la o şarkının sözünü falan derken kaç saat şarkı söyledik
hatırlamıyorum. Ama kesin kaptan hatırlıyodur :p hatırlarda kalmak güzel bişey
tabii :D
Akşam gün batımına doğru Kaş’a dönmüştük. Gün batımı mıııı? Koş
koş kooooş, Dejavu Cafe’ye koş. Günü batırcaz orada...hay yani niye Kaş
nufusunun %83’ü de oradaki. Güneşten daha çok kafa görüyorum ben manzaraya
bakınca. Neyss...biz de yandan bi yerden bakarız neticede gün her yerde batıyor
yani...:p
Ertesi gün, Kaş sabahını direkt deniz kenarından
karşılayayım diye harika bir fikrim geliverdi. Aldım uyku tulumunu çadırdan
firar ettim (firara gerek yok da, böyle deyince aksiyonlu oluyo işte). Bir şezlongda
uzanıp denizin kokusu, denizin sesi, güneşin sıcaklığı romantizminde, malum “yav
ne iyi ettim”leri düşünürken sabahı etmişim meğer. Zira az yakınımda bir çocuğa
babası “yavrum bazen insanlar böyle dışarda yatabilirler. Ona uyku tulumu
diyorlar. Evet abla da öyle yapmış” derken duyunca ben ne yapıyormuşum, la o
ben miyim diye bi kendime geldim. Meğer ekibin bir kısmı da sabahı denizin
içinde karşılamış, yüzüyormuş. Öyle de uyumlu, enerjik, renkli, yaratıcıyız
falan cümlesi buraya çok yakışırdı ama şimdi ne gerek var yazmiim :p
Kahvaltı sonrası epeyce bir yüzüldükten sonra Kaş’ın
gündüzünü yaşayalım diyerek tekrar kamp alanından Kaş’a yürüdük. Aslında
bisikletle turlama fikrimiz bile vardı da, bisikletler olaya taş koydu. Sağlam bisiklet
sayısı = 1, aksiyon insanı sayısı = 8. Eh matematik biliyoruz yani :p :D
Kaş’ın güzel dar sokakları, çeşit çeşit dükkanlarında
gezerken sen ünlü sinema tiyatro sanatçısı Uğur Polat’ı görmeyelim mi? Eh
sonrasını anlatmayayım, bizim hatrımızda komik bir anı olarak kalsın o kısmı :D
Ertesi gün 29 Ekim’di ve Kaş kendini bayrama hazırlıyordu
bir yandan. Cumhuriyet bayramı için doğru bir yerde olduğumuzu tekrar anladık o
coşkuyu görünce.
Akşam bişeyler içelim gibi masumane bir niyetle gittiğimiz
cafe’de rahat duramadık yine. Cafe’deki kocaman aynada kendi fotolarımızı
çekerek “Katil kim temalı” bir film afişi hazırladık :p hatta kendimizi fazla kaptırıp,
söyleyin katil kime kadar gitti muhabbetler.
Hava çok güzeldi, biz yürüyüşe alışkın bir ekiptik, e hadi
Büyük Çakıla yürüyelim arkadaşlar gazına hemen gelebildik. Yolda Gofret Girls
üzerine düşeni yaparak, her telden şarkılar söyledi (Fransızca şarkı söylemişliğimiz
var. jö vö deyince oluya zaten :p ). Ekip onlara eşlik etti. Eh takım ruhu bu değil midir.
29 Ekim’e meydanda girelim arkadaşlar diye kim dediyse
artık, Mavi bara oturup gece yarısını bekledik. Tepemizde kırmızı beyaz bayrağımız,
bizler mutlu.
29 Ekim sabahı anlaştığımız üzere kırmızılar giydik.
Gösterilere yetişmekti tek derdimiz. Meydan çok canlı, tekneler al al, top top
balonlarla süslü. Öğrenciler, öğretmenler, halk, turistler, ... bu güzel
manzarayı loca gibi bir yerden görsek derken nefis bir yerde hem izledik hem kahvaltı
ettik. Sanki protokol bizmişiz gibi o kadar afilliydi yerimiz. Gösteriler,
konuşmalar, bando...çok güzel ve coşkulu oldu kutlama. O kadar coşku dolduk ki
Ayşe ile kendimizi tutamayıp belediye başkanının elini sıkmaya bile gittik. Ekip
bizi protokole karışmakla itham etti ama tamamen duygusaldık oysa ki. Aslında
akşam daha güzel bir kutlama yapılıyordu bu meydanda. Tüm esnaf meydana
sandalye ve masalar çıkarıyor yemekler yeniyor, şarkı ve marşlar söyleniyordu.
Maalesef biz gece yolcuları bu kısmına kalamayacak, kendimizi alacaklı
bırakarak Kaş’tan ayrılacaktık.
Ayrılık vakti yaklaşınca, kampı topladık bir hüzünle. Kaş’a
vedamız tam olsun diyerekten kamp alanına yakın amfi tiyatroya gittik
eşyalarımızla. Gitar, darbuka ve şarkılarla şenlendirdik orayı. En tepesine
çıkıp günü batırdık ve batan güneşle beraber eğilip Kaş’ı selamladık. Bu da
kendimizce Kaş’a vedamızdı. Biliyoruz çok memnun kaldı, bizi yine çağırıyor.
Eee davete icabet etmek gerek :D
Yazı ve Fotoğrafların Her Hakkı Esra Taner ve K.H.B.A.G. na aittir.
keyifli olmus yazı vala :) yüzümde surekli bi gulumseme vakit gelsin de hemen gidelim teması ile okudum :)
YanıtlaSilFakat, sondan ikinci fotoğrafa bi bakınız. Bi bizim yerimize bakın, bi de protokolün yerine bakın allasen. Kimin yeri daha güzel, hı ? Kimin yeri daha güzel ? =D Protokol kıskandı bizi yeminle. Bi de, biz aslında Esra ile müzik öğretmenini tebrik edecektik. Öğretmeni bulamayınca, Belediye Başkanı'nı tebrik ettik. =D Bi de, tekne kiralama mevzuunda başka detaylar da vardı sanki. Önce kedimiz kiralayalım dedik, sonra turlardan biriyle mi gitsek dedik. Bir tur firmasının ofisine gittik. Yer mi yoktu, tur mu yoktu, ofisin önüne bi çöküp kaldığımızı hatırlıyorum. Ofisteki kadın da bizimle bayaa eğlenmişti sanki.... =D Esra kız şalvarlı fotonu da koysaydın ya ! O şalvarın alınış hikayesi de ilginçti aslında biraz =D Biz peştemalciye girmiştik, Esra da karşı dükkanlardan birine girmiş. Meğer şalvar bakarmış kendine. Sertaç önce sessizce gelip Nihan'ın kulağına bişey fısıldadı. Nihan gitti. 5 dakka sonra, Sertaç geldi, benim kulağıma "Esra seni çaarıyo. Ayşe bi gelebilir mi diyo" dedi. Biz dükkanı teker teker terkedince, peştemalci teyze bize epeyce kızmış olmalı. Karşı dükkana, Esra ile Nİhan'ın yanıa gittim ki, şalvar alınmış bile =D Güle güle giy Esra, şalvarını getirmeyi unutma bir dahaki sefere de ;)
YanıtlaSilHamuki'nin bize dağıttığı suları da unutmayalım lütfen :) Bir kişi susasığında elinde 8 şişe suyla geliyordu. Tur ofisinin önünde elimizdeki suları kadına ikram edişimiz de var, nolur alın diye yalvaran gözlerle de bakmışızdır eminim. Bu olaydan sonra olsa gerek susadığımızda söyleyemez olmuştuk, içimize attık hep, yudum yudum içtik elimizdeki sular bitmesin diye :)
YanıtlaSilNe kadar eğlenmişsiniz okumaya doyamadım, blog fikri ayrıca güzelmiş:)
YanıtlaSil