İşte Gaudi'nin şehri Barselona...
Ankaranın o soğuk havasından sonra Barselonanın o sıcacık ortamına gelmek
bir anda rahatlattı beni. Bu şehrin bir başka havası var, kendimi memlekette
gibi rahat hissediyorum. Yabancı değilim herkes bizden gibi. Tek fark herkes İspanyolca
konuşuyor, İngilizce bilmem bana pek yardımcı olmuyor maalesef, sorduğum sorulara sıcak bir gülümseme ve arkasından uzun bir İspanyolca tarif
ile cevap alıyorum.
Barselona havaalanından şehir merkezine gitmek için toplu taşımayı
kullanmak hem hesaplı hem güvenli, havalanından
şehir merkezine giden otobüsler de var ama şehrin neresine gideceğini
bilmediğimden ben treni tercih ediyorum. Barselonaya gelmeden önce şehrin tren,
metro ağı ile ilgili bayağı bir çalışma yapmıştım. Bu bilgilerin de yardımıyla
atlıyorum trene, Passeig de Gracia’ya kadar gidiyorum trenle sonra metro ile Barselona'ya... Önerim gitmeden önce Barselona metrosunu iyi çalışın
akıllı telefonlar için uygulamalar bile var birisini indirin derim.
Kaldığımız otel eskiden denizcilerin yaşadığı bir mahalle Barselone'da. Bu mahallede
bütün binalar birbirine benziyor. Küçücük kapıları daracık merdivenleri ile
pek de alışık olmadığımız bir mimari. Daracık derken şöyle anlayın
merdivenlerden çıkarken elinizde valiz varsa yan yan çıkmanız gereken bir
darlık.
Otele yerleşip Madrid'den gelen ekibin diğer yarısı ile buluşunca akşam için planımızı yapıyoruz. Barselona sokaklarında dolaşarak Placa Reial’a kadar yürüyoruz. Bizim ekip yürümeyi sevdiğinden pek de mırıldanan olmuyor. Placa Reial etrafı binalar ile çevrili bir meydan. Akşam veya günün her vakti yemek yiyeceğiniz güzel bir yer. Bizim için akşam yemeği işten eve dönünce 19-20 civarlarında yenilen bir yemek fakat bu İspanyollar için akşam yemeği gece 22 den sonra akla geliyor. Barselona'daki ilk günümde tercihimi deniz ürünlü Paella'dan yana yapıyorum. Ayşe çok aç olacak ki tek başına Paella special söylüyor. Hamuki ve Yelda bir Paella speciali paylaşmayı tercih ediyor. Gerçekten güzel bir tat, bunu Ankara'da nasıl yaparız, kimlere yaptırırız diye hemen oracıkta plan yapıyoruz.
Yemek sonrası otele dönüşte metro kullanalım istiyoruz. Metroyu sıkça
kullanacaksanız 10'luk metro kartları 10€ . Bu arada bu bölgelerde yan
kesicilere karşı dikkatli olmanız gerekiyor, cüzdan, cep telefonu hiç
affetmiyorlar. Bizim ekipten Ayşe bir anlık dalgınlığını cep telefonunu
kaptırarak ödüyor maalesef.
Pazar sabahı otelde güzel bir kahvaltıdan sonra Barselonanın maçını izlemek için
Camp Nou’ya gidiyoruz. Maç saat 12:00 de olduğundan 11:00 olmadan çıkıyoruz
evden. Metro ile Camp Nou'ya gidiyoruz. Metro maça gidenler ile dolu. Çeyrek kala stad
önündeyiz ama telaşımız yok, şapkamızı, fularımızı alıp stada giriyoruz.
Hayatımda ilk defa bir maça 10 dakika kala kapıdan girmeye çalışıyorum ve maça
tam da vaktinde yetişiyorum. Bu şoku atlatmadan seyirci ile karşılaşıyorum. Maçı
seyredenlerin yarısından çoğu bayan. Ortam bir sinema veya tiyatro gibi.
Babalar, anneler küçücük çocuklarını maça getirmişler. Bu görüntüye bizim
buralarda ne zaman rastlarız diye merak ediyorum içimden.
Maç başlıyor ve ben bir kez daha şok oluyorum, Barselona oynuyor ve millet
maç izliyor ayağa
kalkan, bağıran, çağıran, küfür eden hiç kimse yok. Messi'ye top gelince bir
uğultu oluyor, alkışlar gibi oluyorlar o kadar.
Barselona ilk golü atınca bir sevinç oluyor, ama hemencecik bitiyor
alkış, gürültü. Bizim şansımız mıdır nedir Barselona 6-1 yeniyor Rayo Vallecano
takımını. Maç bittiğinde ayrı bir şok
yaşıyoruz 90.000 kişilik stad 10 dakikada boşalıyor sessiz sedasız.
Dönüşte metro kalabalık olunca önce bir şeyler yiyip öyle gidelim diyoruz.
Camp Nou yakınındaki bir tapasçıda alıyoruz soluğu. Tabaklara doldurduğumuz
tapaslar ile doyuruyoruz karnımızı. Benim gibi yurt dışında çok aç kalmış biri
ilk defa hiç aç kalmıyorum bu şehirde. Tapastı, karidesti, paella derken
doyuruyorum hep karnımı.
Öğleden sonraki planımız Gaudi'yi keşfetmek. Metro ile Passeig de Graciaya
gidiyoruz ve Casa Batlloy, Casa Mila namı diğer La Pedrera yı geziyoruz. Gaudi
ile ilgili çok şey duymuştum ama hep abartıldığını düşünmüştüm. La Pedrera'yı
görünce hiçte abartılmadığını düşünmeye başlıyorum. Bu adam hakikaten farklı.
Pazartesi Gaudi keşfine devam ediyoruz, yıllardır bitirilemeyen Sagrada
Familia'yı gezmeye gidiyoruz. Barselona'da bütün müzelere giriş biletleri saatli
randevulu. Sagrada Familia önünde uzayıp
giden bilet kuyruğunu görünce internetten bilet almak geliyor aklımıza. Sagrada
Familia'ya geleceksiniz bir gün önceden biletinizi internetten alın, böylece hem
sıra beklememiş olursunuz hem de istediğiniz saate bilet alıp fazla zaman
harcamadan gezersiniz. Kuleye çıkmak için ayrı bir bilet alıyorsunuz oraya
kadar gitmişken kuleye de çıkıyoruz, pek bir espirisi yok kulede olmanın ama
değişik bir tecrübe oluyor.
Bugün Gaudi ile başladık ve öyle devam etmek istiyoruz, Parc Guell gezmek
için güzel bir alan, tabi burada da bilet alırken saat önemli beklemek istemiyorsanız
internetten bileti alın 1€ az ödüyorsunuz 😜 Park Guell'e ulaşmak bizim için biraz
zor oluyor, ilk önce tarif edilen bir tapasçıyı bulmaya çalışıyoruz, sonunda
buluyoruz ama ne yazık ki İspanyolların o saatte kapalı olacağını tahmin
edemiyoruz. Ara sokaklardan, mahalle arası asansör, finüküler, yürüyen
merdivenlerden geçerek ulaşıyoruz Parc Guell'e.
Burası Gaudi'nin evinin bulunduğu ve şehri tepeden gören bir park. Etraf Gaudi'nin
dokunuşları ile dolu... Sütunlar, çeşmeler banklar her şey Gaudi. Parc Guell
gezimiz bitince tabana kuvvet ilk metro istasyonuna yürüyoruz ve soluğu Rambles'de alıyoruz. Catalunya'dan başlayan Rambles'te gezmeye başlıyoruz. Rambles geniş bir yaya yolu etraf çiçekçiler, mağazalar
ile dolu. Buradaki en güzel yer ise Mercat La Boqueria. Hayalindeki Pazar neresi
diye sorsalar herhalde burası derdim. Tezgahlarda kesilip soyulmuş envai çeşit meyve. küçük
külahlarda alabileceğiniz kızarmış balık, kalamar, karides. Sebzeli poaçalar
börekler, salatalar. Barcelonaya gelince mutlaka uğranılması gereken bir yer,
gelin ve karnınız doyana kadar yiyin burada.
Her ne kadar karnınızı doyursanız da eve dönerken yol üstünde gördüğünüz
tapas cafeyi es geçemiyorsunuz. Katalan arkadaşım Jose’nin önerdiği Basklıların
tapas cafesi Sagardi'yi buluyoruz gecenin bir yarısı Barselona sokaklarında. Burayı
hafızalarımıza kazıyoruz çünkü tapaslar o kadar güzel ki son gece bir daha
geliyoruz buraya.
Barselonadaki 4. günümüzü olimpiyat köyüne ve Miro'ya ayırıyoruz, bunun
için Placa d’Espanya'ya gidiyoruz bu meydanda Barselona arenası var. Placa d’Espanya'dan
Katalan sanat müzesine kadar yürüyoruz. Müzeye girmeye pek niyetimiz yok, hemen
arkasındaki eski olimpiyat köyüne gidiyoruz. 1992 yaz olimpiyatlarının
yapıldığı bu olimpiyat köyünde ilgi çekici tek şey var Torre Calatrava,
Santiago Calatravanın olimpiyat köyü için yapmış olduğu kule.
Olimpiyat köyü yakınında Miro müzesini görmek için tekrar tabana kuvvet
yürüyoruz. Miro Barselona için önemli biri ama Gaudi'nin yanında gerçekten pek
zayıf kalıyor. Bunu söyleyince sanat camiası bana kızabilir ama ne yapayım
öyle. Miro müzesinde Miro'ya ait eserler yanında Miro'yu seven sanatçıların bağışladığı
onlarca eser de var, bu eserler içerisinde gördüğüm Anthony Caro'ya ait bir heykel bu müzeden az da olsa
keyif almamı sağlıyor.
İspanya'ya gelipde Picasso müzesini görmemek olmaz. Picasso müzesini görmek
için sabah erkenden kalkıp Figueres'e doğru yola çıkıyoruz. İspanyanın güzel
yanı her yere her saat başı tren olması. Figures'e de trenle gidiyoruz, yaklaşık
2 saatlik bir yolculuktan sonra Figueres'in sokaklarındayız. Figueres küçük bir
şehir Picasso'nun eserlerinin bulunduğu yumurtalı müze de burada. İspanya'ya
gelip de bu müzeyi gezmemek olmaz. Mutlaka vakit ayırın, ayrıca hemen yanında
bulunan mücevher müzesi Picasso'nun tasarladığı mücevherleri sergiliyor, bunları
görünce adama bir kez daha hayran oluyorsunuz.
Figueres'te fazla vakit harcamadan tren ile geri dönüyoruz ve Girona'ya
geliyoruz. Girona sokaklarında ayaklarımız şişinceye kadar yürüyoruz. Ortaçağda
yaşarmış hissi uyandırıyor Girona sokakları. Bir sokaktan iki şövalye çıkacakmış gibi hissediyorsunuz, ama çıkmıyor sadece her milletten buraya okumaya gelen
öğrenciler çıkıyor karşınıza.
Girona sokaklarında dolaşırken küçük bir pastaneye rastlıyoruz ve külah
dolusu tatlı alıyoruz, bizdeki halka tatlıya benzer bir tatlı ama çikolataya
bandırılmış, bizimkisi gibi gevrek olmayan yumuşak bir tatlı. Sevdim diyemem ama
meraktan yedik.
Girona'nın ortasından bir nehir geçiyor ve gün içinde nehire yansıyan evlerin
görüntüsü harika oluyor. Girona yarım günde gezilecek bir yer fazla vakit
ayırmanın bir anlamı yok bence. Akşam yakaladığımız ilk trenle Barselona'ya
dönüyoruz. Bu gece son gecemiz yarın memlekete dönüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder