Herşey Ayşe’nin başının altından çıktı. Mesaj grubunda hafta sonu şu grup Düzce tarafına fotoğraf gezisi yapıyormuş ben gitmeyi düşünüyorum siz de gelin dedi. Programı görünce, saat 6'da yola çıkılmasından hoşlanmayarak “bırak onları ya biz kendimiz gideriz” dedim. Tamam dediler, tabii ki şaşırmadım. Sonrasında Cuma akşamı plan yapma amacı ile sinema öncesi toplantısından çıkan erteleyelim kararı Esra’nın oynadığı Defne kozu ile rafa kalktı ve Cumartesi sabahı koyulduk yola. İyi ki de koyulduk.
Bizim arabada bir gün sonraki seçimin de etkisiyle memleket
meseleleri konuşuluyordu Ramstein eşliğinde. Diğer arabada ne konuşulduğunu
bilmesek de çok konuşulduğu küçük üyemiz Defne’nin “çok konuşuluyor bu arabada,
yer değişelim mi” demesiyle açığa çıkıyordu.
Gölyaka’daki miting için kapanan yollar mı dersiniz, yolları
uzatan Nalan mı dersiniz (Sinan, GPS'ine Nalan ismini vermiş)... Aç bir şekilde
Efteni gölüne ulaştık. Aç ayı belki oynamaz ama, fotoğafçıyı doyuran fotoğraf
olduğundan, 'açlık bir engel değildir' deyip gözlem kulesinde gölü izledik, iskelesinde yürüdük ve çok da güzel fotoğraflar çektik.
Aç Fotoğrafçılar |
Gözlem
kulesinin ismi artık "KHBAG Evi" idi.
Oradan ayrılıp Güzeldere Şelalesi'ne gitmek ve aç
karnımızı doyurmak için yola koyulma vakti gelmişti. Güzeldere yolunda Toptepe Mesire
alanını gördük ve sevinçle parkedip arabalarımızdan indik. Bizi güleryüzlü ve
misafirperver Muharrem Abi karşıladı. Değme politikacılara taş çıkarırcasına sorulara
alakasız cevap veren abiden, fırın yanmadığı için yemeğin en az yarım saat sonra
hazır olacağı müjdesini aldık. Açlıktan dolayı, 183 basamak
çıkılarak ulaşılacak gizemli tepeye çıkıp çıkmama konusunda bir kararsızlık
oluşmuştu. Enerjisi tükenmek bilmeyen Ayşe ve ben etrafı dolaşırken hadi çıkalım
diye birbirimizi gaza getirince kalan KHBAG üyelerinin de gaza gelmemesi
beklenemezdi.
Çıkılan 183 basamaktan sonra gerçekten Efteni gölünü
ayaklarımızın altına sunan harika bir manzara ile karşılaştık.
Öncesi ÖzgürCe :
Sonrası ÖzgürCe'den :
Çıkarken abinin eşi olma ihtimali olan teyzenin “ekmekler
olmak üzere çok vakit harcamayın” uyarısı hiç aklından çıkmayan ben, bu kadar
manzara yeter deyip geri dönüşe koyuldum arkadaşlara seslenerek. Ve ulaştığımda
harika güveçler ve ekmekler gelmeye başlamıştı. Yemeğimizi yiyip çayımızı
içtikten sonra bu güzel mekandan ayrıldık. İstikamet Güzeldere Şelalesi. Rampaydı, virajdı derken yoldan sıkıldık ve arabaları kenara çekip Resul
Dindar eşliğinde Horon oynamaya başladık. Ama Murat olmadığı için yaptığımız hareketler
Horon harici herşeye benziyordu, hoş biz eğleniyorduk neye benzediği kimin
umurunda.
Ve Güzeldere Şelalesi'ne ulaştık. Ayşe’nin Özgür’e takılıp
düşmesi bizi güldürdükten sonra merdivenlerden aşağı inerek şelaleye
ulaştık.
Önümüzde Koca Şelale olur da
bir kendikem (selfie diyenler de var) çekmez miyiz !
Samandere Kendikemi |
Bitmek tükenmek bilmeyen merdivenlerle her inişin bir de çıkışı
olduğunu hiç aklımızdan çıkarmazken, kendimizi arabaların orada bulmamız bana
oldukça güzel bir sürpriz olmuştu. Bu güzel sürprizi Samandere Şelalesi yoluna
koyularak kutladık.
Sora sora Bağdat bulunur da Samandere Şelalesi bulunmaz mı, bulunur. Geldiğimizde sola döneceğimiz hemen şuradaki köprüye
ulaşmamız yarım saat aldıktan sonra sağa
döneceğimizi neyse ki hemen anladık da kendimizi doğru yolda bulduk. Yol doğru
idi ancak bir yerlerde bir hata vardı, yolumuz biz gittikçe uzuyordu. Önce Samandere’ye
14km olduğunu gördük, bir süre sonra hala 14km olduğunu gördüm gibi geldi. Bir sonrakinde
10km görünce yanlış yoldan mı gidiyoruz diye bir şüpheye kapılmışken Samandere
15km levhasını görünce doğru yolda olduğumuzu farkedip rahatladık. Yolun
uzamasının, bitmeyeceği anlamına gelmediğini Samandere’ye ulaşınca anladık.
Yorulmuştuk
biraz, hava hafiften kararmaya başlamıştı ve de oldukça soğumuştu. Ancak gördüğümüz
manzaralar herşeye bedeldi. Gerçekten
anlatılması güç güzellikte bir şelale idi. Sözler yetersiz kalacağından anlatım
işini fotoğraflara bırakıyorum.
Ve geldik dönüş yoluna. Öğlen yemeğini yiyeli saatler olmasına rağmen çok yediğimiz için acıkmamıştık. Benim canım sütlaç diğer
arkadaşların da çay çekince Bolu Dağı’ndaki bir et lokantasında durduk (o
dinlenme tesisini kaçırmayacaktım). Masada ekmek, tereyağı ve balı gören bizler
duruş amacımızı unutup köftelere giriştik. Neyse ki sonunda masaya çay ve sütlaç
geldi de rotamıza geç de olsa girmiş olduk. Rotaya girmişken çıkmayalım deyip
yola koyulduk, sene boyunca Ankara’da göremediğimiz karı uyanık arkadaşlar
olarak görerek Ankara’ya ulaştık. En kısa sürede tekrar görüşmek üzere
vedalaştık.
Yazı ve Fotoğrafların Her Hakkı Volkan Aykut ve K.H.B.A.G.'a aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder